Doğanın Cömertliği Nereye Kadar?

Ekosistem kendisini topluluk düze­yinden ayıran, kendileri cansız olan fakat canlı toplulukların oluşumunu, yapısını ve karşılıklı etkileşimleri­ni etkileyen yangın, iklim ve besin döngüsü gibi faktörleri de içeren bir kavramdır. Bir tür içindeki çeşitlilik, genetik çeşitliliktir. Bu çeşitlilik tür, alt-tür, popülasyon, çeşitlilik, ya da ırk içindeki genetik farklılıkla ölçülür. Bir bölgedeki türlerin sayısı (yani o bölgenin tür zenginliği) bu konuda en sık kullanılan ölçüttür.

Ekosistem çeşitliliği ise bir ekolo­jik birim olarak etkileşim içinde olan organizmalar topluluğu ile bu orga­nizmaların fiziksel çevrelerinin oluş­turduğu bütünle ilgilidir. Ekosistem düzeyindeki biyolojik çeşitliliğin ko­runması, besin zincirinin ve ener­ji akışının korunmasını kapsar. Bu düzeyde, yalnızca türlerin oluştur­duğu grupların değil, özelliklerin ve süreçlerin de korunması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Ülkemiz biyolojik çeşitliliğin küresel ölçekte korunma­sı hedefine yönelik çabalara destek vermiş, bu alanda birçok girişimde bulunmuş ve anlaşmalar imzalamış­tır. Türkiye Biyolojik Çeşitlilik Söz- leşmesi’ni 1992’de imzalamış ve 29 Ağustos 1996 tarih ve 4177 Sayılı Kanun ile onaylamıştır. Sözleşme 14 Mayıs 1997’de ülkemizde yürürlüğe girmiştir.

Ülkemiz biyolojik çeşitlilik açısından küçük bir kıta özelliği göstermekte­dir. Bu durumun nedenleri arasında üç farklı biyoiklim tipinin görülmesi; bünyesinde Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan olmak üzere üç bitki coğrafyası bölgesi (BCB) bulundur­ması; topoğrafik, jeolojik, jeomorfo­lojik çeşitlilikleri barındırması; deniz, göl, akarsu, tatlı, tuzlu ve sodalı göl­ler gibi değişik sulak alan tiplerine sa­hip olması; 0-5000 metreler arasında değişen yükselti farklılıklarının yoğun olması; derin kanyonlara ve çok fark­lı ekosistem tiplerine sahip olması; Avrupa ülkelerine göre buzul döne­minden daha az etkilenmesi; Kuzey Anadolu’yu Güney Anadolu’ya bağ­layan Anadolu Diyagonali’nin varlığı ve buna bağlı olarak oluşan ekolojik ve floristik farklılıklar barındırması ile üç kıtanın birleşme noktasında yer alması sayılabilir.

Özetle, Türkiye tarım, orman, dağ, step, sulak alan, kıyı ve deniz ekosistemlerine ve bu ekosistemlerin farklı formlarına ve farklı kombinasyonlarına sahiptir. Yurdu­muzun siyasi hudutları içinde doğal olarak yetiştiği hâlde başka hiçbir yerde yetişmeyen, diğer bir deyişle dünyada sadece ülkemizde yetişen bitkiler “Türkiye Endemikleri” olarak adlandırılır. Ülkemizde endemizm oranı %34 civarındadır (Davis, 1965­1988). Ülkemiz doğal orman ekosistemleri yönünden zengin olup küresel ölçekte 9 orman sıcak noktası barın­dırmaktadır. Dünya’da tanımlanmış bitki ve hayvan türleri sayısı 1.740.330 iken Türkiye’de tanımlanmış tür sayı­sının yaklaşık olarak 76.539 civarında olduğu bilinmektedir.

Türkiye’yi çevreleyen denizlerin farklı özelliklere sahip olması, içinde bu­lundurduğu biyolojik çeşitliliğin de farklılaşmasını sağlamıştır. Dünya okyanusları ve denizlerinde 30.000 tür, Türkiye denizlerinde ise 4000 tür bulunmaktadır. Kıyı şeridinde yaklaşık, 3.000 bitki ve hayvan türü yaşamaktadır. Türkiye denizlerinde de toplam 480 balık, 2150 alg türü yaşamaktadır.

Doğanın Cömertliği Nereye Kadar
Doğanın Cömertliği Nereye Kadar

Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’i içeren Türkiye de­nizleri biyolojik çeşitlilik açısından çok zengindir: Karadeniz’de 300, Marmara Denizi’nde 200, Ege Denizi’nde 300 ve Akdeniz’de de 400 balık türü yaşamaktadır. Denizlerimiz, içinde bulundurduğu canlı kaynaklar ve ekosistem açısından büyük önem arz etmektedir. Bu denizel canlı kay­naklarının korunması ve sürdürüle­bilirliği ülkemizin gen kaynakları, tür ve ekosistem çeşitliliği açısından önemlidir.

Özellikle Akdeniz foku, de­niz kaplumbağası, yunuslar, balinalar, denizlerin akciğeri olan deniz yosun­ları, balık türleri, mercanlar denizle­rimizde bulunan doğanın korunması açısından önem taşıyan, dünyaca takip edilen ve izlenen en önemli de­nizel canlı kaynaklardır.

İnsan sağlığı ve refahı için hayati öneme sahip olan biyoçeşitlilik, her geçen gün daha fazla değişmekte ve buna bağlı olarak ekosistem bo­zulmaktadır. Ülkemizin sahip olduğu bu güzellikler her geçen gün kaybol­maktadır. Özellikle küresel ısınma ve iklim değişiklikleri çölleşmeye, tatlı su kaynaklarının azalmasına yol açmak­tadır. Bu durum türlerin yaşam alan­larının yapısının bozulmasına, yaşam alanı daralmış canlıların yer değiştir­mesine, canlı doğasında tahribata yol açan yeni etkileşimlere (istilacı türlerin yayılmasına) neden olmaktadır.

Tür­kiye denizlerindeki yabancı ve istilacı türlerin sayısı 2005 yılında 263 iken, bu sayı 2011 yılında toplam 422’ye yükselmiştir (Cinar et al. 2011). Bu sayı artmaya devam etmekte ve Sü­veyş Kanalı’ndan her 9 günde bir istilacı yabancı tür girişi olmaktadır. Akdeniz’de bulunan istilacı yabancı türlerin birçoğu Süveyş Kanalı yoluy­la gelirken Karadeniz’de bulunan isti­lacı yabancı türlerin birçoğu gemilerin balast sularıyla gelmektedir.

Ülkemiz denizlerinde tespit edilen istilacı ya­bancı türlere örnek olarak, Mnemiopsis leidyi [(mnemiopsis leidyi) (taraklı denizanası, kaykay)], Rapana venosa [(rapana venosa) (deniz salyangozu)], Lagocephalus sceleratus [(lagosefalus sıkeleratus) (balon balığı)], Caulerpa taxifolia [(kaulerpa taksifoliya) (katil yosun)] sayılabilir.

Bu istilacı yabancı türlerin izlenmesi, doğal bi­yolojik çeşitliliğimizin korunması ve sosyal yaşam, ekonomi ve sağlık üzerindeki olası etkileri yönünden iz­lenmesi son derece önemlidir. İzleme amacıyla “Nuh’un Gemisi Biyolojik Çeşitlilik Veri Tabanı” altında “İstilacı Yabancı Türler Ara Yüzü” oluşturul­muştur.

İşte bu yüzden tüm kaynakların tek sahibi olmadığımızı, bu kaynakların bir gün bitebileceğini unutmamalı­yız. Küçük adımlarla büyük tasarruf­lar yapabileceğimizin farkına varıp mevcut kaynaklarımızı korumak ve geliştirmek için çaba harcamalıyız. (Kaynak: de09327f-22fa-466d-9f10- b76e7c9d6ccb, Biyoçeşitliliği İzleme ve Değerlendirme Raporu, düzenlenmiştir. meb)

Yorum yapın