Kanın Yapısı ve Görevleri Nelerdir?

Kan doku, kanın sıvı kısmı olan plazma ve kan hücrelerinden oluşur. Kanın tüm bileşenleri osmotik düzenleme ile birlikte kan pH’sinin ayarlanması, madde taşınması ve vücudun savunması görev­lerini yerine getirir. Ayrıca vücut sıcaklığının ayarlanmasında görev alır.

Kanın bileşimi
Kanın bileşimi

Kan plazmasının yaklaşık %90’ı sudur ve kan pH’si yaklaşık 7.4’tür. Plazma içeriğindeki iyonların yoğunluğu doğrudan doku sıvısını etki­ler. Plazma içerisindeki bu iyonlar, sinir ve kas hücrelerinin işlevini ye­rine getirebilmesi açısından da yaşamsal öneme sahiptir. Bu yüzden kandaki iyonların yoğunluğunun belli bir değerde tutulması gereklidir. Plazma proteinleri, kanın osmotik basıncının ayarlanmasında etkilidir. Plazma proteinlerinin belirlediği kan osmotik basıncı, kan ile diğer do­kular arasında madde alışverişinin yapılmasını sağlar.

Plazma içerisinde yer alan immünoglobulinler (bağışıklığı sağlayan proteinler) vücuda giren virüsler veya yabancı maddelerle savaşır. Plazma proteinlerinden olan fibrinojen proteini, yaralanma durumun­da yaralanan kısmın kapatılmasından (pıhtılaşmadan) sorumludur. Plazmada yer alan fibrinojenin çöktürülmesiyle elde edilen içeriğe se­rum denir.

Kılcal damarlardan dışarı çıkabilen sıvıya doku sıvısı, kanın sıvı kısmı­na plazma denir. Plazma içeriğindeki proteinler, doku sıvısındaki proteinlerden daha fazladır. Ancak doku sıvısı ile plazma sıvısı birbirine çok benzer. Plazma içerisinde, vücudun bir yerinden alınıp başka bir yerine taşınan pek çok madde vardır. Üre, ürik asit, amonyak gibi metabolik atıklar; besin maddeleri; oksijen, karbondioksit gibi solunum gazları ve hormonlar bunlardan bazılarıdır.

! Kılcal damar duvarı plazma proteinlerine karşı geçirgen değildir. Plazma proteinlerinin belirlediği kan osmotik basıncı, kan ile doku sıvısı arasındaki madde alışverişi sırasında belirleyici görev yapar.

Kan dokuda üç çeşit hücresel yapı vardır. Bunlar alyuvarlar (eritro­sitler), akyuvarlar (lökositler) ve kan pulcuklarıdır (trombositler).

Tüm kan hücreleri vücudumuzdaki yaşamına, kemik iliğinde bulunan ve tek tip olan kök hücreler olarak başlar. Alyuvarlar, doğuma ortalama bir aylık bir süre kalana kadar, en çok karaciğerde olmak üzere, dalak ve lenf düğümlerinde üretilir. Doğuma son bir ay kaldığında ve doğumdan sonra alyuvarlar yoğun olarak kemik iliğinde üretilir. Yirmi yaşından sonra ise omur, göğüs, kaburga, uyluk kemiği gibi kısımlarda üretilir.

Kan hücrelerinin oluşumu
Kan hücrelerinin oluşumu

Alyuvarlar, kanda en fazla bulunan kan hücreleridir. Kemik iliğinden kana geçerken çekirdek, mitokondri ve lizozom gibi hücresel organellerini kaybeder. Kan plazması içinde pasif olarak hareket eder ve damar dışına çıkmaz.

Alyuvarların ilk ve en önemli işlevi, akciğerlerden dokulara oksijeni ileten hemoglobin proteinini taşımaktır. Hemoglobin, proteinlerin ço­ğunda olduğu gibi, asit-baz tamponudur. Vücuttaki demirin yaklaşık %65’i hemoglobinde, %4’ü miyoglobinde, %1’i ise hücre içi oksijen­li solunum enzimlerinde bulunmaktadır. Bağırsaklarda demir emilimi çok yavaştır. Besindeki demir oranı yüksek olsa bile yalnızca küçük bir kısmı emilime uğrar.

Alyuvarların ömrü yaklaşık 120 gündür ve ömrü tamamlandığında de­mir kısmı ayrılarak yeni alyuvar yapımı için kullanılır. Alyuvarların parçalandığı ana organ dalaktır. Karaciğerdeki kupfer hücreleri, kemik iliği ve dalaktaki makrofajlar tarafından alyuvarın demir kısmı ayrılır ve kalan kısmı da makrofajlar tarafından parçalanır. Hemoglobinin prote­in kısmı bilirübine çevrilerek kana verilir, bilirübin kan yoluyla karaci­ğere gelir ve safra oluşumuna katılır.

Bilgi Notu_________________________

Alyuvarlar: Her bir alyuvar hücresi normal olduğunda, 100 ml kanda er­keklerde 15 gr, kadınlarda 14 gr he­moglobin bulundurur. Bir hemoglobin yüzde yüz oksijen taşıdığında 1,34 ml oksijen taşınır. Böylece tam kapasite oksijen olduğunda 100 ml kanda er­keklerde en fazla 20 ml, kadınlarda 19 ml oksijen bulunur. Hemoglobin alyuvarda değil de kan plazmasında taşınsaydı kan, kılcal damarlardan her geçişte %3’lük bir hemoglobin kay­bıyla karşılaşılırdı.

! Dokularda oksijen azaldığı zaman böbrekten salgılanan eritropoietin hormonu, alyuvar üretimini uyarır. Kemik iliğinde sentezlenen öncül kan hücresi, B12 vitamini ve folik asit varlığında olgunlaşır. Erkeklerde testosteron hormonu, eritropoietin hormonunun salgısını arttırdığı için erkeklerde daha fazla eritrosit vardır. Bu yüzden kadınlarda erkeklere oranla daha fazla demir eksikliği görülür.

Kanın oksijen kapasitesinin düşük olmasına bağlı olarak ortaya çıkan anemi (kansızlık) hastalığının birkaç nedeni vardır:

  1. Kan kaybına bağlı olan anemi: Yaralanma sebebiyle oluşan hızlı kan kaybından kaynaklanır. Kanama durdurulmuşsa alyuvar yoğunluğu, 3-6 hafta içinde tamamlanır.
  2. Kemik iliği işlevinin bozulmasından kaynaklanan anemi: Kemik iliği­nin tahrip olmasından kaynaklanır. Bu tahrip kanser tedavisi gören hastalarda yüksek doz radyasyon veya kemoterapi sonucu oluşa­bilir. Böcek ilaçları ve petrol türevlerinin vücutta hasarı da bu tip bir etki yaratır. Bu tip durumlar ancak kemik iliği nakli ya da kan nakli ile tedavi edilebilmektedir.
  3. B12 vitamini ve folik asit (B9) eksikliği veya mide mukozasındaki tahri­bat nedeniyle bu besinlerin emilememesinden kaynaklanan anemi: B12 vitamini, folik asit eksikliğinin ve mide mukozasındaki tahribatın nedenleri araştırılır ve sonuçlara göre tedaviye başlanır.
  4. Kalıtsal anemi: Bu anemi tipinde alyuvarlar hasarlı bir biçimde üreti­lir. Bu durum, alyuvarın normalden daha kısa sürede parçalanması­na sebep olur. Alyuvarın parçalanması, üretilmesinden hızlı gerçek­leşir. Dolayısıyla bu anemi tipinde, alyuvar eksikliğine bağlı olarak oksijen yetmezliği görülür.

Ayrıca kalıtsal anemilerden biri de orak hücreli anemidir. Alyuvar orak şeklini almıştır. Hemoglobin sentezinden sorumlu genlerdeki mutasyon nedeniyle anormal hemoglobinler oluşur. Bu durum ka­nın O2 taşıma kapasitesini azaltır.

! Yüksek irtifada havadaki oksijen miktarı azaldığından solunum yoluyla yeterli oksijen alınamaz ve dokulara oksijen yeterli miktarda taşınamaz. Bu durumda alyuvar üretimi artar ve dokulara oksijen taşınması hızlanır.

Düşük kan hacmi, anemi, hemoglobin azlığı, azalmış kan akımı ve ak­ciğer hastalıkları dokularda oksijen miktarını azaltır. Tüm anemilerde, dokulara taşınan oksijen miktarı azaldığı için kalbin çalışma hızı artar. Bu durum, dokulara taşınan oksijeni kısmen arttırabilir. Anemili kişi, yoğun egzersiz yaptığında dokunun oksijen ihtiyacı artar fakat bu ok­sijen miktarı karşılanamadığı için akut kalp yetmezliği gelişir ve hasta kaybedilebilir.

Alyuvarın ikinci işlevi, CO2‘in kanda taşınması için farklı bileşiklere dönüştürülmesini sağlayan karbonik anhidraz enzimini taşımasıdır. Karbonik anhidraz enzimi kandaki CO2‘in kan plazmasıyla taşınmasını sağlar.

Alyuvarın üçüncü işlevi, zarlarında bulunan ve kan grubunu belirle­yen özel moleküllere sahip olmalarıdır (A, B, 0, Rh+, Rh vb.).

Akyuvarlar (Lökositler), vücudun savunma sistemi hücreleridir. En­feksiyona bağlı olarak miktarı artabilir. Akyuvarlar, alyuvarların aksine damarların dışında, doku ve lenf sıvısında da yer alır. Akyuvar hücreleri üretildikleri yerden kan dokusu aracılığıyla diğer dokulara taşınır.

Akyuvarlar, sitoplazmalarında taneciklerin (granüllerin) olup olmaması­na göre granüllü ve granülsüz olmak üzere ikiye ayrılır:

Granüllü akyuvarlar: Kırmızı kemik iliğinde üretilir. Sitoplazmalarında çok sayıda lizozom bulunur. Çekirdekleri boğumludur. Granüllü akyu­varlar da görevlerine göre farklılaşır. Vücuda yayılan bakterileri, virüsle­ri ve diğer zarar vericileri fagositoz yaparak, heparin ve histamin salgı­layarak savaşan türleri vardır.

Fagositoz yeteneği olmamasına rağmen parazitlere tutunup onları yok etmek için özel proteinler salgılayan tür­leri ve alerjik reaksiyonlarla mücadele eden türleri vardır. Bunların sal­gıladığı heparin, kanın damar içinde pıhtılaşmasını engeller, histamin ise normal kan damarlarını ve akciğer kılcal damarlarını genişleterek geçirgenliğini arttırıp alerjik reaksiyonlar sırasında gelişecek solunum yetmezliğini önler.

Granülsüz akyuvarlar: Lenf düğümleri, dalak, bademcik, timüs, kara­ciğer ve sarı kemik iliğinde üretilir. Tek çekirdeklidir. Lenfosit ve monosit olmak üzere iki tipi vardır:

Lenfositler, bağışıklığın sağlanmasında etkilidir. Humoral (sıvısal) ve hücresel bağışıklıktan sorumludur. Bunlar sarı ilikte üretilir. Bazıları kemik iliğinde üretildikten sonra olgunlaşmaları için timüs bezine gider. Kemik iliğinden çıkan lenfositlere B lenfositleri denir. B lenfositler an­tikor salgılayarak vücuda giren mikroplarla savaşır. Buna humoral (sıvısal) bağışıklık adı verilir. B lenfositler birey yaşadığı sürece canlılığını sürdürür.

B lenfositler, mikropla ilk karşılaşmalarından sonra bölünerek söz konusu mikroba karşı antikor salgılayan plazma hücrelerini oluş­turur. Timüs bezinden çıkan lenfositlere T lenfosit denir. T lenfositler, hastalanan hücreleri tanıyıp o hücreyi patlatarak hücresel bağışıklığı sağlar. Lenfositlerin bazıları ise virüsleri ve bazı kanser hücrelerini yok etme özelliğine sahiptir. Bu tip lenfositlere doğal katil hücreler denir. Lenfositlerin bir bölümü de hafıza hücresine dönüşür.

Bilgi Notu

Hafıza hücresi: Hafıza bağışıklık sistemi için önemlidir. İltihaplanma olayında hafıza yoktur. Belli lenfosit­ler antijenle ilk karşılaşmadan sonra antijen bilgisini depolar. Aynı antijen vücuda ikinci kez girdiğinde hafıza­sındaki eski bilgiye dayanarak onu tanır ve daha hızlı tepki gösterir. Anti­jenin bilgisini hafzasına alan bazı len­fosit hücrelerine hafıza hücresi denir.

Monositler, en büyük akyuvarlar olup çekirdekleri fasulye tanesine benzer. Yaşlı hücrelerin parçalanmasını sağlar. Aynı zamanda bunların bir kısmı, kılcal damar dışına çıkarak doku sıvısına geçer ve makrofaj hücrelerine dönüşür. Makrofajlar bakteri, virüs, ölü doku ve doku­lardaki diğer yabancı maddeleri bulup yakalar. Amipsi hareketi aracılı­ğıyla fagositoz yöntemini kullanır ve bu yabancı maddeleri hücre içine alıp yok eder. Monositler, üretildikleri yerde aylarca yıllarca kalabilir.

! Antijene sürekli maruz kalındığı göz önüne alındığında T ve B lenfo­sitlerin bölünerek çoğalması etkili bir immün sistem için zorunludur.

! Kemik iliğinde akyuvar yapımı durduktan iki gün sonra kişinin ağız ve kalın bağırsağında ülser görülebilir veya kişi ağır solunum enfeksiyonu geçirebilir. Aynı etki; radyasyona, X ışınlarına, benzen türevi maddelere maruz kalma ve kloromfenikol içerikli antibiyotik kullanma durumlarında da gözlemlenir.

Trombositler (Kan pulcukları), özelleşmiş kemik iliği hücrelerinden parçalanır. Oluşan bu sitoplazmik parçacıklara trombosit denir. Trombositler, hücre değildir. Kanın pıhtılaşması olayında yapısal ve moleküler olarak işlevleri vardır.

Günlük yaşam içinde oluşan basit kesikler ve sıyrıkların vücutta kan kaybına yol açmaması için pıhtılaşma gerekir. Damar yaralandığında açığa çıkan bağ dokusu proteinlerine trombositler yapışır. Bu trombositler yapışkan madde salgılayarak diğer trombositleri yaralı bölge­ye çeker. Trombositlerden sentezlenen tromboplastin molekülü, kan plazmasındaki kalsiyum iyonları ve K vitamini, kan plazmasında inak- tif hâlde bulunan protrombin molekülünü aktif trombin molekülüne dönüştürür.

Aktif hâldeki trombin molekülü kan plazmasındaki inaktif olan fibrinojen molekülünü aktif fibrine dönüştürür. Oluşan fibrin molekülleri yaranın olduğu bölgeye yayılarak pıhtıyı oluşturur. Pıhtının oluştuğu tüm bu mekanizmaya pıhtılaşma denir. Böylece yara kapanır ve kan kaybının önüne geçilir. Aynı zamanda bu yaralanan bölgeden doku içine mikropların sızması önlenmiş olur.

Kanın pıhtılaşması
Kanın pıhtılaşması
Bilgi Notu

Protrombin: Karaciğerde üretilen bir protein molekülüdür ve kan plaz­masında normal zamanda inaktif hal­dedir. Bu proteinin kandaki varlığı kanın pıhtılaşma zamanını/becerisini ölçmek, kan inceltici ilaçların etkisini ölçmek, karaciğer sorunlarını tespit etmek ve ameliyat öncesi kanama so­runlarını tespit etmek gibi sağlığımızla ilgili önemli ipuçları vermektedir. Bu değerlere ulaşmak için yapılan teste protrombin zaman testi (PZT) denir.

İnsanda kan pıhtılaşması mekanizmasında etkili olan faktörlerden bazıları; K vitamini eksikliği, trombosit eksikliği ve hemofilidir.

! K vitamini eksikliğinin en sık görülme nedeni, safra kanallarının tıkanması veya safranın sindirim kanalına salgılanamamasıdır. Saf­ranın yetersizliği yağ sindirimini engeller. Yağ sindirim ürünlerini ve K vitamini emilimini baskılar.

Hemofiliye neden olan genler, X kromozomu üzerinde taşınır. Bu yüz­den tek X kromozomuna sahip olan erkek bireylerde görülme sıklığı kadınlara göre daha fazladır. Hemofilide değişik derecelerde kanama görülebilir. Örneğin bazen diş çekiminden sonra kanama günlerce devam edebilir. Kanamanın durması ve pıhtı oluşum mekanizması kan kayıpları için önemlidir. Kanama zamanı ve pıhtılaşma zamanının bilin­mesi ameliyatlarda kan kaybına karşı alınacak önlemlerin belirlenme­sinde etkin rol oynar.

Kan Dolaşımı

Yorum yapın