Kur’an’a ve Sünnete Göre Barış, İslam Tarihinde Barış Yeri

Barış dini olan İslam, XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren özellikle de soğuk savaş döneminin bitmesinden sonra savaş dini olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

Günümüzde iletişim araçlarını elinde bulunduran birtakım güçler, lokal bazı olayları genelleştirerek “İslamî terör” adı altında İslam’ı savaş dini olarak göstermek için algı operasyonu yapmaya çalışmaktadırlar. Küresel ölçekte ifrata kaçan bir avuç Müslüman’ın şiddet hareketleri bütün Müslümanlara atfedilmektedir.

Kur’an’a ve Sünnete Göre Barış, İslam Tarihinde Barış Yeri

Bilimselliği temel ilke kabul edenlerin, İslam dini hakkında kanaat sahibi olabilmeleri için onun, kutsal metinlerine göz atması gerekmektedir. Bunların başında da İslam’ın kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim ile peygamberinin hayatını incelemek, onun bu konulardaki görüşlerine ve uygulamalarına bakmak büyük önem arz etmektedir.

Müslümanların, uluslar arası toplumdaki görsel, sözlü ve yazılı medya tarafından İslam ve Müslümanlar hakkında oluşturulan yanlış algı ve imajın düzeltilmesi için aynı iletişim araçlarıyla doğruları ortaya koyarak bunları düzeltmesi gerekmektedir. Bu çalışmada söz konusu suçlamalara İslam’ın temel kaynakları, Hz. Peygamber’in uygulamaları ve İslam âlimlerinin barışa yönelik görüşleriyle cevap verilmeye çalışılmıştır.

Her insan kendine özgü, belli bir ırkı, dili, dini, örf ve adetleri ile yaşadığı bir coğrafyası olan kültür ortamında dünyaya gelmektedir. Bu özellikleri, onu diğer kültür ortamlarından ayırmaktadır. Zira her toplumun insanlık için bir zenginlik olan kendine ait sosyal ve kültürel değerleri vardır. Dolayısıyla bir toplumu diğerlerinden ayıran da doğal olan bu özelliklerdir.

Bu sosyal olgu İslam Dini tarafından iyi bilindiği için onun kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim, farklı din, dil, kültür, renk, coğrafya ve ekonomik güce sahip olarak, “insan olmak” ortak paydası ile bulunduğumuz yerkürede barış içinde yaşamak zorunda olduğumuza dikkat çekmektedir.

Barışın temelinde; farklı kültüre, dünya görüşüne ve yaşam biçimine sahip olan insan ve toplumların, birbirine tahammül etmesini öğrenerek bu anlayışını hayatına yansıtması yatmaktadır. Diğer yandan dünya barışı adına, bireyler ve toplumların, kendi görev, yetki ve sorumluluklarını bilerek, diğer insanlarla ilgili ön yargılarını, ortadan kaldırması elzemdir. Bu hususlar gerçekleştiğinde dünyada medeniyetler çatışması değil, bizatihi barış olan medeniyetler buluşması kendiliğinden ortaya çıkar.

İslam dini, Arap Yarımadasında devam eden kargaşa, adaletsizlik, zulüm ve yanlış inançları ortadan kaldırmak için tevhidî ilkelerle ortaya çıkmıştır. Bu ilkelerin temeline insanı koymuş, onu yaratılmışların en mükemmeli ve şereflisi kabul ederek davetini insanları ikna üzerine kurmuştur. Bunu da temeli İslam kelimesinin etimolojik kökünde de olduğu gibi barışı merkeze alarak yapmıştır.

İslam dininin temel metinlerine baktığımızda savaşın teferruat, barışın asıl olduğunu görüyoruz. İslam’da savaş, ancak bütün çözüm yolları tükendiğinde barışı korumak için yapılmıştır. İnsanların yaratılışının, mizacının, fizyolojik yapısının ve yaşadığı coğrafyasının farklı olması, onların farklı düşünce, inanç, kültür ve psikolojik yapıya sahip olmasına sebep olmuştur.

Yüce Allah bütün insanları bir erkekle kadından yaratarak, birbirleriyle tanışmaları ve yardımlaşmaları için de onları halklara ayırdığını belirtmektedir.  Kur’ân’ın yorumcuları olan müfessirler, kabilelere ayrılışın insanların birbirlerine darılmak, savaşmak ve yekdiğerinin hayatını yok etmek için değil, tanışıp yardımlaşıp birbirlerini severek, mutlu ve müreffeh toplumların yaşadığı bir dünya kurmak için olduğunu belirtmişlerdir.

Barış, birey ve toplumlar açısından huzur ve güven kaynağıdır. İnsanlar arasında karşılıklı barış ve güven olduğunda, sosyal hayat, denize atılan bir taşın meydana getirdiği dalgalar misali açılmakta ve genişlemektedir.

Birey ve toplumlar açısından da hayatın zenginliği ve genişliği, huzur ve mutluluk kaynağıdır. Barış, insanlık ailesinin büyük çoğunluğunun arzu ettiği sosyal bir olgudur. Zaten barışa dayalı karşılıklı olumlu ilişkiler tabi olduğu gibi, çatışmaya dayalı olumsuz ilişkiler ise anormal kabul edilmiştir.

İnsan, yaratılışı itibariyle de, bedenî ve ruhî dünyasına da uygun bir özellik olan, doğal bir ilişki ve iletişim içerisinde bulunarak hayatını sürdürmek ister. Zira insan, kâinat ve Yaratıcı arasında bulunan tabiî ve uyumlu ilişki, insanı mutlu ve huzurlu kılar. Bu üç varlık alanı ile ilgili en küçük bir olumsuzluk insanı ciddi anlamda rahatsız eder ve onun hayattan zevk almasını engeller.

 

Kaynakça: FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi – Barış’ın İslam’ın Temel Kaynakları ve İslam Tarihi’ndeki Yeri – Yasin Yılmaz

Yorum yapın