Osmanlı ekonomisi, yapılan ticari antlaşmalar ve kapitülasyonlar ile XIX. yüzyılda dışa bağımlı duruma gelmiştir. Dış borçlar giderek artmış, yabancı sermaye ülkenin bütün ekonomik girişim alanlarını ele geçirmiştir. Gayrimüslim girişimcilerin yanında, yabancı sermaye sahipleri de Osmanlı’nın sanayileşme çabalarını sevk ve idare etme konusunda tam yetkili kılınmıştır.
Ancak bu sermaye sahipleri ellerindeki imkânları genellikle devletin kalkınması için değil kendi kişisel çıkarları uğruna kullanmıştır. Galata bankerleri olarak bilinen gayrimüslim sermaye sahipleri, Tanzimat’la birlikte hukuki olarak canlarını ve mallarını güvence altına almıştır. Bu durum onların faaliyet alanlarının olabildiğince genişlemesine olanak tanımıştır.
Avrupalı girişimcilerle de iş birliği yapan gayrimüslim sermaye sahipleri, Osmanlı ekonomisinin her alanına hâkim olmaya çalışmıştır. Bunun sonucunda gayrimüslimler, hükûmetin para ve maliye politikalarını yürütür konuma gelmiştir.
BİLİYOR MUSUNUZ?1912 yılında İstanbul’daki özel bankacılardan hiçbiri Türk değildir. Bunların 12’si Rum ve Ermeni, 8’i Yahudi, 5’i Levanten veya Avrupalıdır. XIX yüzyılın başlarında devletin Avrupa ile ticaretini çoğunlukla Rumlar ve Levantenler yürütürken 1820’lerden itibaren Ermeniler, ticaretteki etkinliklerini artırmıştır. |
Toplumun çoğunluğunu oluşturan Müslüman ve Türk nüfus, sermaye ve üretimin ancak %15’ini elinde bulundurmuştur. Geri kalan %85’lik sermaye ve üretim ise Rum, Ermeni ve Musevilerin elindedir. Osmanlı sanayi tesislerinin büyük çoğunluğu İstanbul ve İzmir’de kurulurken Anadolu şehirleri, sanayileşme hamlesi içine dâhil edilmemiştir. Müslüman ve Türk nüfus ise daha çok tarım, hayvancılık, küçük esnaflık (Görsel 5.23), zanaatkârlık ve askerlikte kendini göstermiştir.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihat ve Terakki Partisi iktidara gelmiştir. Bu dönemde giderek güçlenen milliyetçilik düşüncesi, Osmanlı aydınının iktisadi fikirlerini de etkilemiştir. İttihatçılar, Millî İktisat Politikası’yla hem Batı kapitalizminin Osmanlı ekonomisi üzerindeki etkilerini giderebileceklerine hem de ülke içinde giderek güçlenen azınlık tüccarlara karşı millî burjuvazi yaratabileceklerine inanmıştır. Dönemin düşünce adamlarından Yusuf Akçura bu konuda, “Eğer Türkler kendi içlerinden bir sermayedar burjuva sınıfı çıkaramayacak olursa yalnız memur ve köylüden ibaret Osmanlı toplumunun muasır bir devlet hâlinde devamlı yaşayabilmesi zordur.” demiştir.
İttihatçılar, “Her savaşta Türk olmayan unsurlar servet sahibi oluyor, Türkler evlatlarını savaşa gönderdikleri için geçim sıkıntısına düşüyorlardı; bu nedenle Türkleri ticarete teşvik etmek ve kendilerine kolaylık göstermek gereklidir.” ve “Bu sefer Türkler zenginleşsin.” gibi söylemlerle Millî İktisat Politikası’nı uygulamaya koymuştur.
Millî İktisat adı altında Müslüman Türkler, girişimciliğe özendirilmiş ve sermaye birikimini hızlandıran kazançlara yönlendirilmiştir. İttihatçılar, Millî İktisat Politikası kapsamında yerli burjuvazinin sanayi yatırımlarını desteklemek amacıyla Teşvik-i Sanayi Kanunu’nu çıkarmıştır. İttihatçılar, serbest dış ticaret politikasından vazgeçmiş ve koruyucu bir dış ticaret politikası uygulamıştır.

Millî İktisat Politikası, I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla uygulamaya konmuştur. Bu süreçte Müslümanlara ait birikimlerle bankalar kurulmuş ve savaş sırasında kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırılmıştır. Savaş döneminde deniz ticaret yolları kapandığı için ithalat aksamıştır.
Bu nedenle büyük şehirlerin yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması için Anadolu’nun üretim kaynaklarından yararlanılması düşünülmüştür. İttihat ve Terakkinin taşra örgütleri, kredi ve satış kooperatifleri kurarak üretici ve Müslüman tüccarları örgütlemiş ve böylece piyasayı denetimleri altında bulunduranların karşısına tek satıcı olarak çıkmıştır.
BİLİYOR MUSUNUZ?İttihatçılar, basın yayın yoluyla da toplumun eğitilmesini gündeme getirmiştir. Bu doğrultuda 1915 yılında “millî iktisada doğru” anlayışıyla İktisadiyat Mecmuası yayımlanmaya başlanmıştır. |