Bir ülkenin doğru işleyen bir iç düzene sahip olması, sürekli barış ve huzur için yeterli görünebilir. Fakat buna fazla güvenmemek gerekir.
Çevre ülkelerdeki veya dünya çapında bir kriz, küreselleşen dünyada bütün ülkeleri tehdit eder. Eğer gerekli önlemler alınmazsa yaklaşan tehditler, savaş gibi büyük birer yıkıma dönüşebilir, herkesin huzurunu kaçırabilir.
Gelişen savaş teknolojisi, savaşları artık daha acımasız, daha ölümcül ve daha yıkıcı hâle getirmiştir. Savaşlar, kitlesel ölümlere, devasa yıkımlara, kalıcı hasarlara yol açmakta; insan, kültür, doğa ve çevreyi tahrip etmektedir.
Bu yüzden dünya barışına ve küresel düzeyde barışı korumak için de barış gönüllülerine geçmişten daha çok ihtiyacımız vardır.
Sol üstte hayatı boyunca yaşadığı şehirden (Könisberg-Almanya) dışarı çıkmayan Immanuel Kant’ın, evinin resmi, sağ üstte ise Lev Tolstoy’un yaşamının sonlarına doğru bir dostuna çektirdiği hatıra fotoğrafı yer almaktadır. Kant’ın ve Tolstoy’un ortak noktası, dünyada ebedi (sürekli, sonsuz) barışı sağlamanın mümkün olup olmadığı üzerine önemli fikirler geliştirmiş olmasıdır.
Kant, Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Deneme adlı ünlü eserinde dünya vatandaşlarının savaşsız ve kardeşçe nasıl yaşayabilecekleri üzerine düşünceler ortaya koymuştur. Kant, sürekli barışın sağlanabileceğini, bunun içinse dokuz koşulu yerine getirmek gerektiğini bildirir. Aşamalı olarak düzenli orduların tümüyle ortadan kaldırılması, dünya vatandaşlığı sistemine geçilmesi ve halkların kendi devletlerine karşı kışkırtılmaması gibi koşullar bunlardan bazılarıdır.
Tolstoy ise beyaz perdeye de aktarılmış olan “Savaş ve Barış” adlı ünlü romanında, 19. yüzyılın başlarında Rusya ile Napoleon Bonaparte yönetimindeki Fransa arasındaki savaşları konu edinir. Romanda savaşa dairen anlamlı sözlerden biri, kahramanın dilinden şöyle dökülür: “Herkes yalnız idealini düşünerek savaşsaydı dünyada savaş diye bir şey olmazdı.” Ve ilave eder: “Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek.”
Bu sözler, Tolstoy’un tarih anlayışını da yansıtmaktadır. Ona göre, insanların tarihin akışını değiştirme olanağı çok sınırlıdır. Bireylerin pek çok durumda, iradeleri dışında gelişen olaylara boyun eğmekten başka seçeneği yoktur (Görseller: www.allposters.com; https://sputnik-georgia.com).
Günümüzde savaşın önlenmesi ve barışın sürdürülebilmesi için birçok kişi ve kuruluş, ulusal ve uluslararası düzeyde çalışmaktadır. Başarılı oldukları her durumda Tolstoy’un determinist (belirlenimci) anlayışının yanlış olduğunu, Kant’ın gösterdiği yolda bir adım daha atıldığını göstermenin mutluluğunu yaşamaktadırlar.
Türkiye’de ve dünyada savaşları sona erdirmek ve barışı korumak için önemli kişi ve kurumlar ortaya çıkmıştır. Savaş karşıtı ve barış yanlısı değerleri yücelten Yunus Emre ve Mevlâna gibi ünlü şairlerimiz, Barış Manço gibi barış elçilerimiz, Atatürk gibi söylem ve uygulamalarıyla dünyaya ilham kaynağı olmuş liderlerimiz vardır.
20. yüzyılda savaşların daha insancıl yapılmasını sağlamaya yönelik uluslararası savaş mahkemeleri, uluslararası sözleşmeler ve doğrudan barışı korumayı ve savaşı sonlandırmayı amaçlayan Birleşmiş Milletler (BM) ve bir askeri bölgesel güvenlik kuruluşu olan Kuzey Atlantik Savunma Paktı (NATO) gibi uluslararası örgütler kurulmuştur.
Uluslararası düzeyde savaş suçlularını yargılamak, ilk kez, İkinci Dünya Savaşandan sonra kurulan Nürnberg Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesiyle mümkün olmuştur. İkincisi ise Uzakdoğu Uluslararası Askeri Mahkemesidir. Daha sonra ilk kez savaşta insancıl davranış kuralları, Cenevre Sözleşmesi (1949) ile ortaya konulmuş oldu. BM Güvenlik Konseyi kararıyla Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi (1993) kurulmuştur.
Barışı korumaya yönelik ilk uluslararası kuruluş olan Milletler Cemiyeti (MC), Birinci Dünya Savaşandan hemen sonra, saldırı savaşlarını önlemeyi temel amaç edinerek 1919 yılında kuruldu. Yaklaşık on yıl sonra MC üyesi devletler, imzaladıkları bir iyi niyet anlaşmasında “savaşı ulusal politika aracı olmaktan çıkarma” sözü verdiler. Fakat 193l’de Japonların Mançur- ya saldırısı ve 1935’te İtalyanların Habeşistan işgaline engel olunamaması MC’nin sonunu hazırladı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Milletler Cemiyeti Birleşmiş Milletler Cemiyetine (BM) dönüştü.

BM, iki temel amaçla kuruldu:
1. Uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye düşürebilecek uyuşmazlıkları barışçıl yollarla çözmek, 2. Devletlerin birbirlerinin bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı göstermesini sağlamak. BM, üye devletlere, meşru savunma dışında kuvvet kullanımını yasaklamaktadır. Ciddi bir tehdit, tehlike veya saldırı durumunda BM’nin bir alt kurulu olan Güvenlik Konseyi (GK), gerekli önlemleri alır. GK’nin beş daimi temsilcisi vardır: ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin. GK’nin karar alabilmesi için daimi üyelerin hiçbir itirazının olmaması gerekir.

Mustafa Kemal Atatürk ile Ürdün Kralı Abdullah’ın 1937 yılında, İstanbul’daki görüşmesinde çekilen yandaki fotoğraf, Atatürk’ün dış politikadaki etkin ikili görüşmelerinden yalnızca birini yansıtmaktadır. Atatürk’ün, dünya liderlerine de örnek olmuş devlet yönetimi ve ülkeler arası ilişkiler yaklaşımını “Yurtta sulh, cihanda sulh!” parolası özetlemektedir. Atatürk, bu sözü ilk kez, Cumhuriyet Halk Partisinin 1931’deki seçim beyannamesinde, partinin takip ettiği siyaseti özetlemek için kullanmıştı.
“Yurtta barış, dünyada barış!” olarak da söylenen bu ilke, küresel dünyada çatışma ve savaşların, yalnızca çatışan taraflarla sınırlı kalmayacağını, herkese zarar vereceğini de dile getirir. Dünyanın insanlık ailesinin evi olduğunu, bu evin odalarının birinde ortaya çıkacak bir yangının, aile bireylerine zarar verebileceğini hatta tüm eve yayılarak insanlığa zarar verebileceğini düşünmemizi sağlar.
Bu yüzden, dünyadaki çatışmalara hiçbirimiz kayıtsız kalamayız. Birinci Dünya Savaşı’ndaki halkların, devletlerin ve insanlığın derin yıkılışının anlamlı hâle getirdiği bu söze, İkinci Dünya Savaşı’nda daha çok ihtiyaç duyulmuştur. Türkiye, Atatürk’ün bu politikasını devam ettirmiş, tüm dünyayı saran bu ikinci büyük yıkımdan yara almadan kurtulabilmiştir.
MİNİ SÖZLÜK
Pasif direniş: Düşmanla iş birliği yapmama, gerekirse aylar süren açlık ve yürüyüşler gibi büyük zorluklara katlanma türünden barışçı protestoları içermektedir. Burada amaç, düşmana karşı zora başvurma yerine düşmanın fikrini, pasif direnişlerle değiştirmeye çalışmaktır.
Pasif direnişi önce Güney Afrika’da, sonra da Hindistan’da başlatan Mahatma Gandi şöyle demişti: “Cesurca çekilen acılar, bir taşın bile kalbini yumuşatabilir.”