Kadın – erkek eşitsizliği, biyolojik farklardan kaynaklanmaz. Belli biçimlerde gerçekleşen kültürel ve sosyal ilişkilerden ortaya çıkar. Biyolojik kökenliymiş gibi gösterilen ayrımcı tanımlamamaların ardında toplumsal cinsiyet olgusu yatar.
Kadın – erkek eşitsizliği, kadın ve erkeğe farklı roller yüklenmesinden ziyade, erkeklerin rollerine kadın rollerinden daha fazla değer verilmesiyle ilgilidir. Erkekliğe verilen bu önem, aileden okula, çalışma hayatından siyaset ve sivil toplum oluşumlarına kadar hayatın her alanında ayrımcı veya eşitsizlikçi uygulamaların temelini oluşturur.
Peki, kadın, erkeğin sahip olduğu her türlü insan hak ve özgürlüğüne sahip değil midir? Erkekler ve kadınların, bu yerleşik ayrımcı tutum ve davranışlara karşı birlikte mücadele etmeleri gerekmez mi?
Toplumsal cinsiyet olgusu; toplumun kadın ve erkeğe verdiği roller, sorumluluklar ve görevlerle birlikte toplumun kadını ve erkeği nasıl gördüğü, onlardan ne beklediğiyle ilgilidir. Kız ve oğlan çocuklarına farklı davranılarak onların farklı yetiştirilmeleri, toplumun kadın ve erkekten beklediği rollerle ilgilidir.
Örneğin, kız ve erkek çocukların oyuncakları, elbiseleri, meslekleri ve vb. farklıdır. Bu farklılıkların oluşmasında toplumsal koşullanmaların (atasözleri, değimler, ön yargılar, kalıp yargılar vb.) ve toplumun cinsiyetlere verdiği rollerin etkisi büyüktür (Görsel: UNESCO, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini Güçlendirme Projesi Afişi, 2000).
Kadına karşı ayrımcılık, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesinin (Kadın Hakları Sözleşmesi), 1. maddesinde şu ifadelerle tanımlanır: Kadınların, medeni durumlarına bakılmaksızın siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel veya kişisel alanlarda insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmamasını, bu hak ve özgürlükleri kullanmalarını zorlaştıracak veya hakları tümüyle ortadan kaldıracak cinsiyet temeli üzerinde yapılan her türlü ayrımı, dışlama ve kısıtlamayı ifade eder, özellikle eğitim ve fırsat eşitliği, Sözleşme’nin ana gündemini oluşturmaktadır.

Kadın – erkek eşitliğini sağlamak, kadına karşı ayrımcılığı önlemek, devletin tek başına gerçekleştirebileceği bir durum değildir. Toplumsal yaşamda, devletin denetiminin dışında olan çok geniş bir kamu dışı alan vardır. Örneğin aile, sokaklar, caddeler, pazarlar, özel girişimcilerin işlettiği mekânlar…
Devletin yaptığı ayrımcılığı tespit etmek de ortadan kaldırmak da görece kolaydır. Örneğin, açık ayrımcılığı yasaklayan, pozitif ayrımcılık öneren, kota sınırlamaları getiren yasal düzenlemelerle devlet açısından sorun çözülebilir.
Fakat bireylerin yasaları uygulama konusundaki isteksiz tutumlarını, devletin takip etmesi oldukça güçtür. Bireyler, devlet kurumlarında, özel kurumlarda, aile ve sokakta, maruz kaldıkları ayrımcı muamelelere tepki göstermeyip resmî şikâyet mekanizmasını işletmezlerse yasal düzenlemeler pek bir şey ifade etmez.
Bireyler, kendi ayrımcı tutumlarını da fark etmeli, cinsiyetçi tutumların insan onuruyla bağdaşmadığını bilmelidirler. Örneğin, bireylerin ailede ağabey, koca, baba, dayı veya dede olarak yerine getirdikleri rollerde geleneksel veya kişisel ayrımcı roller mevcut olabilir. Arkadaş gruplarında, sınıf içinde, sportif veya kültürel etkinliklerde kızlara verilen roller, basit olabilir.
Cinsiyet ayrımcılığı, yalnızca kızlara yönelik olumsuz tutumlar veya uygulamalarda açığa çıkmaz. Erkeklere tanınan fazladan haklar da cinsiyet ayrımcılığına yol açabilir. Özellikle kalıp yargılar ve gelenekselleşmiş uygulamalar, erkeklerin aile, kurum veya toplum için daha önemli görülmesini sağlar.
İşte bunlar dolaylı ayrımcılıktır. Çünkü kişi, çoğu zaman ayrımcılık yaptığının farkında değildir; kültürün, geleneğin, büyüklerin yolundan gitmenin ayrımcılık olmadığını düşünür. Açık ayrımcılıkta ise birey, karşısındaki kişiyi bilinçli olarak cinsiyeti nedeniyle eleştirir, dışlar, yadırgar veya ötekileştirir.

Herkes, her yaşta cinsiyet ayrımcılığının muhatabı olabildiği gibi herkes de ayrımcılıkla mücadele edebilir. Okul, iş yeri, ulaşım araçları, çalışma koşulları, aile hayatı cinsiyet rolleriyle doludur.
Eşit ve adil olmayan rollerin yerine getirilmesi dahi ayrımcılık yapmak için yeterlidir. Ücretler, terfiler, makamlar, ev işleri, eğitim sistemi, miras gibi birçok konuda mevcut uygulamalar cinsiyet açısından eşitlikçi olmayabilir.
Tüm toplumlarda cinsiyet ayrımcılığı büyük oranda kadına karşı yapılır. Birçok toplumda kadın sözcüğü; ucuz iş gücü, kolay yönetim, ikinci sınıf vatandaş, zayıflık, ev ekonomisi için zarar gibi çağrışımlara sahiptir.
Cinsiyet ayrımcılığıyla mücadele etmek için birçok yöntem geliştirilmiş durumdadır: cinsiyet ayrımcılığını protesto etmek, cinsiyet ayrımcılığıyla ilgili farkındalık eğitimleri düzenlemek, ders kitaplarını cinsiyete duyarlı hâle getirmek, sosyal medyada cinsiyete duyarlı bir dil kullanmak vb. (Görsel: www. thehindu. com, düzenlenmiştir).
MİNİ SÖZLÜK
Kota: Belirli gruplara (cinsiyet, engellilik, etnik ya da dinsel kimlik vb.) belirli kurumlarda ayrılacak yerlerin önceden saptanmasıyla bu grupların toplumsal kurumlarda temsil oranının artırılmasına yönelik bir uygulama. Günümüzde pek çok ülkenin parlamentosunda kadınlar için kota mevcuttur.
Toplumsal roller: Kişinin bulunduğu statüye bağlı olarak yerine getirmesi beklenen davranışlardır. Örneğin baba, çoğu toplumda ailede otoritenin sağlanması rolünü üstlenir. Kız ile oğlan çocuklarının rolleri de farklılık arz eder. Eşitsizlik farklılıkta değil, erkeğin rolünün daha önemli görülmesindedir.